Demokrasi günümüzde insanlığın devlet yönetim sistemi olarak nirvana kabul ettiği en erdemli yönetim biçimidir. Gittikçe küreselleşen dünyamızda –demokrasiyi-kitlelerin ortak kabullendiği bir sistem olarakta niteleyebiliriz. Son yıllarda küresel toplum öyle bir trende girmiştirki er veya geç demokratik küresel bir toplumun varolacağı zihinlerdeki ortak görüş olarak kabullenilmektedir.
Sözcük anlamı olarak halk tarafından yönetim demokrasinin en yaygın tanımıdır. Modern devletlerde yönetim halk tarafından eşit ve serbest kişilerce seçilen kişiler tarafından sürdürülmektedir. Abraham Likoln demokrasiyi halk için idare yani halkın tercihleri doğrultusunda yapılan bir yönetim olarak tanımlamaktadır.
Demokratik sistemlerde halkın bütününün isteklerine cevap veren bir sistem hedeflenmektedir. Fakat en küçük renk ve zevklerde dahi farklı tercihlere yönelen insanları yönetim hususunda tamamen memnun etmek şimdilik sadece hayalden öteye geçememiştir. Lijpart “çağdaş demokrasiler ” adlı eserinde bu konuda şöyle der; Böyle bir demokrasi tipi, aynı zamanda, değişik rejimlerin demokratik duyarlılığını ölçmeye yarayacak bir ıskalanın son basmağını oluşturabilir.
Lijpart eserinde kendi kuram ve tekniğini Robert Dahl’ın “polyary” adlı eserindeki fikirlere dayandırmaktadır. Dahl’ın konuyu ele alırken ortaya koyduğu kıstaslar makul görülebilecek niteliktedir. Dahl’a göre demokratik bir ülkede bulunması gereken sekiz şart şunlardır;
· örgüt kurma ve bunlara katılma hürriyeti,
· ifade hürriyeti,
· oy verme hakkı,
· kamu görevlerine getirilebilme hakkı,
· siyasal liderlerin seçmen tercihini kazanabilmek için yarışabilme hakkı,
· değişik haberalma kaynaklarının varlığı
· serbest ve adil seçimler,
· hükümet politikalarını oylara ve diğer tercih belirtilerine dayandırmak için gerekli kurumların bulunması
Biz bu çalışmamızda seksen yıllık Cumhuriyet tarihinde 59 hükümet değiştiren, daha düne kadar birçok fikir suçlusunu ve yazarı hapislerde süründüren, halen başörtüsü yasağı adı altında insanların özel hayatlarına el uzatan, laiklik anti laiklik- irtica yaygaralarının artık gnağa geldiği bir ülkeden yani Türkiyeden kendi ülkemizden bahsedeceğiz. Yukarıda saydığımız meselelerin dışında son yirmi yıldır 35.000 vatandaşımızın hayatını kaybettiği, ülkemizin son yirmi yıldaki hazinesinden 3/1’ini yiyip bitiren PKK-Kadek üzerinde yoğunlaşacağız.
Türk siyaset hayatı oldukça elverişsiz ve karışık bir yapıya sahiptir. Türkiye’de çok partili demokrasi, sürekli bölünerek ve dağılarak sayıları artan parti bolluğu ile koltuğa bağlılığı partisine bağlılığından daha güçlü olan çok sayıda siyasetçi mevcuttur.
Türk siyasi hayatı daima merkezde olan iki veya dört parti tarafından temsil edilen ılımlı sağ ile ılımlı sol ve bazıları aşırı çok sayıda küçük partiden oluşmaktadır. 1960 larda kullanılan saf nisbi temsil sistemine dayalı seçim sisteminin önce nispi temsil sistemine 1983’ten sonra ise tamamen değiştirilerek baraj sistemine dönüştürülmesi sebebiyle oy dağılımı parlamentonun kompozisyonunu ve partilerin gücünü tam olarak yansıtamamakta ve dolayısıyla çoğunluk sağlayamamakta ve genellikle koalisyon hükümetleri görev almaktadır. (1965’te Demirel’den sonra 1983’te Özal tek partiyle hükümet kurmayı başarmıştır) Aşırı sağ ve sol partiler hiçbir zaman fazla bir oy potansiyeline sahip olmamışlardır.
Azınlık statüsündeki Kürtlerin meclisteki temsili is özellikle 1980 sonrası siyasi tarihimizde sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. PKK veya bugünlerde Kadek adı altında faaliyet gösteren gurubun enfazla dillendirdiği daha doğrusu koz olarak kullandığı bu durum acaba Türkiyedeki demokrasi eksikliğindenmi yoksa başka faktörlerdenmi kaynaklanmaktadır?
Rakamlar ülkemizde sekiz ile yirmi beş milyon Kürdün yaşadığını göstermektedir. seyahat etme ikamet etme siyaset ve sivil kuruluşlarda faaliyet gösterme gibi tüm konularda Türk vatandaşları ile aynı haklara sahiptirler ama Kürt olarak değil.
Bugün bunların yarıdan fazlası Güneydoğuda geleneksel olarak Kürtlerin yoğun olduğu illerde yaşamaktadırlar. Türkiye’deki en geleneksel toplumdur. Siyasi açıdan son derece muhafazakardırlar. Aynı zamanda Türkiye’nin en hareketli iç göçmen gurubunu teşkil etmektedirler. Bütün bunlara rağmen İran ve Iraktaki Kürtlerin durumu hiçte iç açıcı değildir. Bu ülkelerde halen uygulanan baskı ve şiddet soykırım olarak bile adlandırılabilir.
Kürtler Sovyetler ve onun yandaşı olan ülkeler tarafından sürekli olarak Türkiye aleyhine kullanılmışlardır. Sovyetler , Kürtleri yaşadıkları bölgelerde sürekli gizli ve acil olarak isyana teşvik etmişlerdir.
Türkiyede ne dindarların ne Kürtlerin ne de alevi vb. toplulukların mevcut siyasi sistemle hiçbir sorunları yoktur. Mevcut sorunlara dair sebepler Türkiyenin demokrasi karnesinden ziyade başka yerlerde aranmalıdır. Biz Emniyet teşkilatından ulaştığımız bazı bilgileri serpiştirerek burada kullanmak istiyoruz.
Ekonomik Nedenler Ekonomik şartların zorluğu, insanları maddi yönden etkilediği gibi psikolojik ve moral yönden de etkiler. Bu nedenle, toplumdaki dengesiz gelir dağılımı, terör odakları için yararlanılması gereken en önemli unsurlardan biridir. Konu propaganda malzemesi yapılarak, mümkün olduğunca istismar edilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla,eğitim verilmemiş, cahil insanlar ekonomik eksikliklerden dolayı istismara çok müsaittirler. Araştırmalara göre eylemlere katılan militanların büyük çoğunluğunu bu insanlar oluşturmaktadır.
Komünizm propagandasının alfabesi, yoksulluğun sömürülmesiyle başlar. Komünist ideologların en çok istismar ettikleri konu ekonomik durumdur. Bu bağlamda sol örgütlerin yaptığı propagandanın kendisini etkilemesinin özel nedenlerini bölücü terör örgütü PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan 6. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’ lu Askeri Mahkemesi Başkanlığına verdiği savunmasında şöyle sıralamaktadır. “Geçimini ırgatlık ve amelelik yaparak zar zor sağlayan bir ailenin çocuğu olmam, Yurdumuzun diğer yörelerine nazaran geri kalmış olan ve kendine has bazı özellikleri bulunan Güneydoğulu olmam, Çocukluğumdan beri zaman zaman ailemden kopuk yaşamak zorunda kaldığımdan, kendimi boşlukta hissetmem, dini ve milli düşünce doğrultusunda eğitim alamamış olmam, Gençlik döneminin başlangıcında karşılaştığım sorunları ailemin yoksul olması nedeniyle çözememiş olmam, Aşırı duygusal ve arkadaşlığa büyük önem veren bir şahsiyete sahip olmam, 16-17 yaş dönemimde her genç insanda olduğu gibi; bir arayış içerisinde olmam.” diyen Aygan; “Ailemin ekonomik durumunun çok zayıf olması dolayısıyla çocukluğumda ve çocukluktan gençliğe geçiş döneminde sahip olmayı arzuladığım birçok şeye sahip olamamıştım. Yaşıtlarım okul tatilinde keyfince eğlenirken, ben her yıl okul kapandıktan sonra ailemle birlikte Çukurova’ya göç ederek yazın kavurucu sıcağında pamuk tarlalarında ırgatlık yapıyordum. Hem çalışıp, hem okumak zorundaydım. İçerisinde bulunduğum durum fakirlik edebiyatını durmadan işleyenlerin propagandasından etkilenmeme ve onlara yaklaşmama neden oluyordu.” demektedir.
İdeolojik inancından dolayı değil de, şartların zorluğu yüzünden PKK terör örgütüne katılan başka bir itirafçı ise şunları ifade etmektedir; “Maddi sıkıntı nedeniyle gurbete çalışmaya gitmiştim. Mesleğim yoktu. Okuma ve tahsil yapma imkanı da bulamamıştım. Bu nedenle inşaatlarda amele olarak çalışmaya başladım. Kazandığım para ile kendime bir yaşam kurabilmem mümkün değildi.
Önceleri, aynı şehre yine çalışmak için gelen ablamlarla birlikte kalıyordum. Ancak sonraları onların tavır ve davranışlarından yük olduğumu hissettim ve yanlarından ayrıldım. Artık inşaatlarda kalıyordum. Bunalımdaydım ve parasal durumum da hiç iyi değildi. İçinde bulunduğum durum beni insanlardan ve yaşamdan nefret ettirmişti. Kendimi toplumdan dışlanmış gibi hissediyordum. İntihar etmek istedim, ancak bunu bir türlü yapamadım. İnsanlardan uzaklaşmak istiyordum. Sonra bir örgüte girmeyi düşündüm. Hangi örgüt olacağı önemli değildi. Hiçbir örgütün benim nazarımda önemi yoktu. Örgüt benim için sadece içinde bulunduğum durumdan kurtaracak bir araçtı. ”
PKK Terör Örgütünün lideri Abdullah ÖCALAN militanlarına talimat verirken; “Kürdistan’da her ailede başıboş dolaşan çocuklar var. Kızlı-erkekli her aileden iki üç tanesini alırsanız yüz binlerce insan eder. O kadar da zor değil, zaten aile reisleri bunları beslemekten acizdir. Çoğu oğlunu ve kızını gönüllü verir, öyle dövünüp sızlanmazlar. Sonra o gençler de sevinerek yanımıza gelirler. Evlerinde çoğu huzursuz, aile içinde eğreti duruyorlar. Gençlik bunalımlarını en yoğun biçimde yaşıyorlar. Kolundan tuttunuz mu kolayca cepheye getirirsiniz.
Biraz da ilk geldiklerinde ortamı güzelleştirdiniz mi evlerinden ayrıldıklarına sevineceklerdir.” demektedir. Ekonomik ve sosyal hayattaki hızlı gelişmeler birçok olumlu sonuçlar doğurmakla birlikte hassas dönemde bulunan bir gençlik kesiminde uyumsuzluk ve dengesizliklere de yol açabilmektedir. Ülkemizdeki temel koruyucu müesseselerin eksikliği veya yetersizliği bu uyumsuzlukları artırıcı rol oynamaktadır. Ekonomik gelişme ve büyüme sosyal bütünleşme ile desteklenmiyorsa sistem aksayabilmektedir.
Sosyo-Kültürel Nedenler Kültürel değişim sosyal yaşamda da birtakım değişimler meydana getirmekte, daha doğrusu sosyal yapıda kültürel değişim ile paralel olarak değişmektedir. Toplumda geçerli olan değer yargıları ve bunların benimsenişi zaman içerisinde değişikliğe uğramakta, söz konusu değerler çağın ihtiyaçlarına göre değişmektedir. Ancak sosyal yapıdaki ve değerlerdeki değişim çok hızlı olursa ve toplumun genelini kapsayacak özellik taşımazsa, problemler baş göstermekte, sosyal dengenin bozulmasını gündeme getirmektedir. Toplumda bir kesimin ak dediğine diğer bir kesim kara diyorsa, orada büyük bir uçurum oluşmakta, bu ise; çatışmalara yol açmaktadır.
Mutlaka ki her insanın aynı düşünmesi mümkün değildir. Ancak asgari müştereklerde birleşmede, toplumun bekası için gereklidir. Sosyal değerlerdeki değişim ne ölçüde olursa olsun, toplumun genelini ilgilendiren ve sosyal bütünleşmenin temelini oluşturan değer yargılarında uzlaşmanın sağlanmış olması gerekmektedir. Tarih, dil, örf ve adetler, sanat ve edebiyat eserleri gibi kültür unsurları ulusal karakteri sürekliliğini gösterir. Bunlar arasındaki gelişmeci ve tekamülcü bağın koparılması toplulukta anormal belirtilerin görülmesine yol açar.
Bu anormal belirtiler genellikle anarşi, şiddet ve sosyal çözülme olarak kendini gösterir. Esas itibariyle de şiddet ve anarşi taraftarları da özellikle kültür, dil, din, ahlak, aile ile ilgili kavramlarda kargaşalık yaratarak toplumu ve onu oluşturan fertleri neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmeyecek bir duruma getirmek ve böylece kendi sundukları reçeteyi itirazsız kabul etmelerini sağlamak amacını güderler. şiddet yanlıları veya teröristler, hızla değişen sosyal değerlerden istifade ederek, sürekli değişen düşman hedefler, ard arda verilen sloganlar ile kitlelerde şaşkınlık yaratmakta, toplumda çeşitli gruplar arasındaki ayrılıklar körüklenmekte, neticede sosyal psikolojide korku hipnozu olarak adlandırılan toplumu pasif, aldırmaz, reaksiyon vermez hale getiren ortamı meydana getirmektedirler. Toplum, içine girdiği kaos halinde telkin edilmek istenen yeni fikirleri, önceden tamamen reddettiği şeylerden ibaret olsa bile pasif bir itaatkarlıkla kabul edebilmektedir.
Yukarıda da belirtildiği gibi sosyal değerlerdeki veya normlardaki hızlı değişmeler toplumda artan sapmalara, uyuşmazlıklara sebep olmakta, sosyal problemleri ortaya çıkardığı gibi hem teröristleri ve şiddet yanlılarını beslemekte, hem de onların toplumu etkilemelerine sebep olmaktadır. Bireysel bazda ele alındığı zaman kişi ait olduğu sosyal çevreden veya gruptan ayrılarak, sosyal akıcılık dediğimiz bu olayla içine girdiği yeni grubun kültürüne veya alt kültürüne uymak zorunluluğu duyacak ve çoğu zaman zıtlıkların birleşmesi ile kültür ihtilafı süreçlerinin etkisine girecektir.
Bu süreçlerle toplumda yalnız kalan birey, bir yere ait olma veya değişik sebeplerle (sosyal statü, güçsüzlük hissini yenme, kendini ispatlama vb.) terörist eylemlere katılmaya hazır hale gelecektir. Sosyal değerlerdeki hızlı değişim sosyal çevrede olumsuz şartlar meydana getirecek ve sosyal problemlere, çatışmalara sebep olacak, hem de birey üzerindeki etkileri sebebiyle bireyin içine kapanık, şiddet yanlısı, görüşlerini, açıklamak yerine zorla kabul ettirmeye yönelen kişiler haline gelmesine sebep olabilecektir. Sosyal değerlerdeki bu erozyon milleti kamplara bölerek, birbirine düşman kitlelerin oluşmasına sebep olabilecektir.
Çocuğun sosyalleşmesinde ailenin rolü tartışılamaz. Ancak ailelerin bu vazifelerini yeterince yerine getirememeleri, terörist veya şiddet yanlısı kişilerin yetişmesinde basamak olmaktadır. Ailelerin yasalara ve yerleşik değerlere bağlı gençler yetiştirememelerinin bir başka nedeni, siyasal kutuplaşmanın artık ailelerin etkisini aşacak ölçüde yabancılaşmış gençler meydana getirmesidir. Ailenin bıraktığı boşluk okullarda, yurtlarda, siyasal dernek ve kuruluşlarda çok yoğun olarak sürdürülen, ideolojik pompalama ile doldurularak, deyim yerinde ise: programlanmış insanlar meydana getirmektedir. Yoksa hiç tanımadıkları toplulukları, ilgisiz çocukları ve kadınları öldürmek için saldırmak sosyalleşmiş, sağlıklı düşünen ve duyarlı bireyler için kolay olmasa gerektir
Terörist gruplar, genellikle kitleleri küçümserler ve onları eğitmek ve yönlendirmek için kendilerinin ortaya çıktığı iddiasındadırlar. Ancak, bu eğitim ve yönlendirmenin kısa sürede olmasının imkansızlığı, bu grupları şiddet eylemleri yapmaya itmektedir. Terörist grupların aldığı tavır, halk kitleleriyle aralarında doğan ayrımı çoğu kez bir uçurum boyutuna vardırmaktadır. Bu uçurumun sürmesi, onları halka karşı daha güvensiz yapmakta, yalnızlıkları onları daha fazla şiddete itmektedir. Kitleleri örgütleyip halkı bildikleri mücadelelere çekemeyen terörist gruplar, egemen güçleri ayakta tutan müesseselere ne kadar hınçla saldırırlarsa, o kadar daha fazla onay görecekleri inancıyla, şahsi veya grup terörizmine yönelmektedirler. Sosyal değişme, toplumun bünyesinin, teşkilatının ve kurumlarının bir bölümünde veya tamamında meydana gelen olumlu veya olumsuz, iradi veya gayri iradi her türlü değişmeyi ifade etmektedir. Sosyal çözülme ise, bireylerin ve sosyal grupların dünya görüşleri arasındaki farkların, toplumun milli kültüründen maksimum seviyede sapma göstermesidir.
Toplumlar sürekli olarak bir değişim içindedir. Bu sosyal değişme, toplumdaki urumları fonksiyonlarını yerine getiremeyecek duruma getiriyorsa ve sosyal sistemde kopukluk doğuruyorsa, bu takdirde, değişmenin çözülmeye sebep olabileceği söylenebilir. Ancak toplum yapısı uzun dönemde denge halinden, istikrardan uzaklaşmıyorsa, çözülmeden bahsedemeyiz.
Geleneksel bir yapıdan, yarı modern veya modern bir yapıya geçerken sosyal ilişkilerin rasyonelleşmesi, sosyal kurumların çağdaş ihtiyaca uygun kabuk değiştirmesi doğal sayılmalıdır. Sosyal rollerin farklılaşması, davranış şekillerinin değişmesi, toplumun varlığını sürdürebilmesi için dinamizmdir. Ancak toplumun var oluşu ile özdeş olan kurumlar ortadan kalkıyor ve yerleri sosyal sistemde boş kalıyor, fonksiyonel ve sosyo-kültürel değerleri yitiriyorsa bu durum değişme değil, çözülmedir. Çünkü toplumun sürekliliğinde, sosyal ve milli niteliği de kayboluyor demektir. Sosyal değişme çerçevesinde, çözülmenin önlenebilmesi için sosyal plancıların dikkat etmesi gereken bir diğer husus da değişmelerin çoğu zaman dıştan kaynaklanan ideolojik maksatlarla müdahale veya telkin yoluyla milli cemiyetler üzerinde beyin yıkama faaliyetlerinin olmasıdır.
Beyin yıkama, önce bireyin benliğini parçalamayı, bölmeyi hedef alır. Sonrada bu benlikte geriye ne kalmışsa onun üzerine yeni bir şeyler bina etmeye çalışır. Bu yolla çeşitli sosyal gruplar inandırıldıkları yönde şekillendirilmeye çalışılır. Eğer toplum kültürel açıdan yeterli derecede oturmamış ise onun ahengini bozmak, hatta atomize olmasını sağlamak daha kolaydır. Ayrıca günümüzde yaşanan hızlı kentleşme de, toplumda çok hızlı değişime sebep olmaktadır. Bu bağlamda, toplumda yeni bir yapının, değişik bir hayat tarzının ve kültürünün oluşması açısından da büyük önem arz etmektedir.
Kent kendi başına şiddetin kaynağı değildir. Bununla birlikte, Türkiye’de bölgeler arasındaki, kırsal alanlar ve kentler arasındaki dengesizlikler ve kentler içinde de gelir ve yaşam düzeyi dengesizlikleri, kısacası çarpık kentleşmenin özellikleri şiddet olaylarını beslemekten de geri kalmamaktadır. Genel itibari ile teröristler faaliyetlerini daha çok en iyi bildikleri yerde yapmaktadırlar. Saldırmak, kaçmak, saklanmak, malzeme temin etmek için bu şarttır. Bu açıdan bakınca ömürlerinin büyük bir bölümünü ya da tümünü kentlerde geçirmiş olan bireylerin eylem alanı olarak kentleri seçmeleri doğaldır.
Bazı terörist gruplar belirli kentleri faaliyet alanı olarak kullanmaktadır. Bu seçim yalnızca teröristlerin yaşadıkları yer olması açısından değil, kentlerin sosyal değişmenin en hızlı olduğu ve siyasal yabancılaşma olgusunun en yoğun biçimde belirdiği yaşam odakları olmasındandır. Yabancılaştığı dünyaya ve düzene baş kaldırmaya hazır birey, kendisi gibi olanları en kolay kent ortamında bulabilmektedir. Kırsal bölgelerden, küçük kentlerden, geleneksel toplumdan büyük kentlere, dış ülkelere göç eden insanlar, kültür çatışması, toplumsal çözülme, alt kültürlerin oluşması gibi toplumsal süreçler içinde yaşamak zorunda kalırlar.
MLSPB (Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği) adlı terör örgütünün beyni olarak kabul edilen Şemsi ÖZKAN’ a göre; “Ülkemizde eğitim sistemi tam anlamı ile miadını doldurmuş ve toplumumuzun gereksinimlerine cevap vermekten uzak hale gelmiştir. Eğitim sistemimiz yaratıcı, araştırıcı insanlar yetiştirmekten çok uzaktır. Bir defa bile laboratuvara gitmeden fen kolundan mezun olan birçok öğrenci vardır. Eğitimimizde temel çizgiyi ezbercilik ve koşullama oluşturmaktadır.” “Bu eğitim sisteminde Atatürk’ün doğum ve ölüm tarihini öğrenirsiniz. Ama Atatürkçülüğün ne olduğunu öğrenemezsiniz. Her toplumsal grubun bir yana çektiği Atatürkçülüğü sonunda Sovyet yazarlarından okuyup öğrenmek kısmet olur. Sonrası ise malum.” ÖZKAN eğitim sistemini değerlendirirken Türk gençliğine savunabileceği bir ideoloji verilmediğini de belirtmektedir.
117 si adam öldürme olmak üzere 184 eylem yapan MLSPB’ in merkez komite üyesi Orhan ÖZAY’ da kendi hayat hikayesini şöyle açıklamaktadır: “… 17 yaşlarında, lise çağlarında Sol gruplar içerisine katıldım. Çünkü çevrem öyle idi ve okuduğum okulda belli bir saflaşma vardı. Ve ben bu saflaşma içerisinde yer almak zorunda bırakıldım. Bu süre içerisinde toplum yapısında gördüğüm aksaklıkların düzeltiliş yönteminin Marksist- Leninist öğretilerde olduğu gibi, Proleterya iktidarı denilen ve direkt devleti hedef alan devrim safsatası olduğuna inandım.”
PKK terör örgütü Diyarbakır genel sekreterliğini yapan Hıdır AKBALIK şunları ifade etmektedir: “Çocukluk dönemini geride bırakıp gençliğe adım attığımız yıllarda, artık toplumsal sorunlara de ilgi duymaya başladık. Ailemizde ve çevremizde öğrendiğimiz şeyler bizi tatmin etmiyordu. Okullarda da aradığımızı bulamıyorduk. Gençliğimizin bu dönemini çok iyi değerlendiren komünistler, gençlerin tecrübesizlikleri ve heyecanlarından istifade ederek gelişmelerin önünde engel olarak gördükleri dini ve milli duyguları zayıflatmak ve giderek yok etmek suretiyle düşünce alanında bir boşluk yarattılar. Milliyetçi düşünceler yerine enternasyonalizmi, milli ahlak yerine proleter ahlak dedikleri komünist ahlakı yerleştirmeye çalıştılar. Bütün bunların yanı sıra ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları istismar edip tek çıkar yolun komünist ideoloji olduğunu kabul ettirdiler.”
Aynı şekilde terör örgütü PKK’nın MK üyeliği yapan Şahin DÖNMEZ ise tutuklu bulunduğu cezaevinde şunları anlatmaktadır: “Ben Tunceli lisesini bitirdiğim zaman ailemden aldığım terbiye ile dini inançlarıma ve Türk örf ve adetlerine bağlı biri idim. Ne oldu ise üniversite tahsili için gittiğim Ankara’ da oldu.” Şahin DÖNMEZ 1973-1974 ders yılı döneminde Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi bölümüne kaydını yaptırdığını ifade ederek; “Bu üniversitede “milli sorun: Kürt sorunu” adı altında bazı yeni konuların tartışmaya başlandığını ve bir ulustan söz edildiğini anlattılar.” “Ben Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilip edilemeyeceği konusuna yabancı idim. Türk kültürü ile yetişmiş ailemden böyle bir terbiye almış olduğumdan önce Kürtlerin bir ulus olarak varlığını kabul edemedim. Ancak daha sonra benimsediğim Marksist düşüncenin etkisi ile Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilmesi gerektiği görüşünü kabul ettim. Zaten bir çok arkadaşım benim gibi önce komünizmi benimsedi ve sonra Kürt meselesini kabul etti. Bu strateji PKK’nın en büyük silahıdır. PKK bünyesine alınan insanların beyinlerine Marksizm ışığında tarihi gerçekler saptırılarak Kürtçülük şırınga edilir.” demektedir.
Sonuç yerine
Türkiyede tek parti dönemi ve darbeler demokrasi geçmişimizi karalarken istikrarsız hükümetlerde gayrı demokratik düşünceyi desteklemektedir. Fakat ülkemizde seksen yıllık tarihimizde gerçekleşmiş sorun diyebileceğimiz olaylara göz atarsak sorunların sistemden ziyade başka sebeplerden kaynaklarını göreceğiz. Bu bağlamda Türkiye için söyleyeceğimiz son söz ancak şu olabilir “teşhis konulmadan tedavi olunamaz”