Türk Patent Enstitüsü 2010 kayıtlarına göre ülkemizde geçen yıl toplam 85128 Marka başvurusu yapıldı. 1995 yılında 16194 marka başvurusu yapıldığına göre marka konusunda yeterli olmasa da belli bir mesafe aldığımız aşikâr. Fakat bu markaların temsil ettiği ürün ve hizmetlerin onda dokuzu yakın gelecekte doğmadan ölecekler. Elbette bu durum sadece bizim piyasalarımızla ilgili bir olay değil. Örneğin Amerika da piyasaya sürülen her on üründen sekizi, Japonya da ise her yeni üründen onda 9,7 si başarısızlıkla sonuçlanmakta. IXP pazarlama grubunun yapmış olduğu araştırmada her yıl ortalama 21000 yeni marka piyasaya sunuluyor, fakat bu markaların yüzde doksanı yaşını doldurmadan raflardan kaybolmakta.
Aslen Artvinli olan iş adamı Yavuz Selim beyle şirketinde bir yandan yukarıdaki istatistikleri konuştuk bir yandan da geçen yıl test amaçlı başlattığı Artvin balı projesine ait yeni kavanozlarını inceledik. Yavuz bey ilginç fikirleri olan bir işadamımız. Türkiye’nin doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle topyekûn kalkınmasının en temel yolunun yerel kalkınma projeleriyle olabileceğini savunuyor. Bu bağlamda yörelerimize ait maddi manevi değerlerimizin öne çıkarılmasını ve markalaştırılmasını öngörüyor. Fikirlerini hararetle savunurken mutluluğu ve heyecanı gözlerinden okunmakta.
Yavuz bey işin sadece teorisinde değil. İzmit’te yaşamasına rağmen baba ocağı Artvin ile irtibatı hiç kesmemiş. Sanayinin hiç uğramadığı bu güzel ilimizde özellikle arıcılık konusunda büyük bir potansiyel gören Yavuz Bey kendi markasını oluşturmuş ve bal konusunda ham pazarlar olan Kore ve Japonya gibi uzak doğu ülkelerinde ufak çaplıda olsa Artvin balının reklâmlarını yaptırmış.
Yavuz beyle yollarımız, marka ve internet üzerinden pazarlama konusunda kesişiyor. Artvin balının Dünya çiçek çeşitliliğin üçte ikisini bünyesinde barındıran Kaçkar Dağlarının eteklerinde üretildiğinden bahsediyor. 370 – 450 arası endemik çiçeğe sahip olan bu bölgede flora bakımından Dünyanın en zengin bal çeşidinin üretildiğini söylüyor.
Yavuz beyin Artvin balı girişimi kimine göre bir sevda, kimisine göre bir hülya, kimisine göre mükemmel bir girişimcilik hikâyesi. Oluşturmakta olduğu markasından emin fakat bir o kadarda temkinli. Amerika da Japonya da geçerli olan serbest piyasa ölçümleri aynen Türkiye de de geçerli. Yavuz bey Artvin balına kucak dolusu paralar harcıyor. Tutar mı proje? Biz yapacaklarımızı sonuna kadar yapalım gerisi Allahın takdiri diyor kendisi.
Bana göre Yavuz beyden ziyade Artvin için Artvinli için, ülkemiz için önemli bu tarz projeler. Nüfusumuz 2010 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla oranla binde 15,88 arttı. Fakat Artvin de nüfus bir önceki yıla göre 791 kişi azaldı. Artvin de kalanlar çoğunlukla yaşlılar ve büyük metropollerimizde iş imkânı bulamayanlardan oluşmaktadır. Artvin ilimiz 1970 den başlayarak özellikle 1980den sonra müthiş bir göç vermiş. Neden? Ekmek davası. Hiç kimse aç kalmadan doğduğu yeri terk etmez. Peki, Artvinli için bu göçün sonucu nedir? Arkada bıraktığın gözü yaşlı sevdiklerin, anıların, ana-baba, yar yaren… Gittiğin yerde bin bir çile. Ya ülkemiz için? Dengesiz kentleşme, kentlerde başlayan işsizlik, altyapı yetersizliği ve birçok sosyo-psikolojik sonuçlar…
Artvin balı misali yerel markalaşmaya – kalkınmaya yönelik çalışmalar ülkemizin sadece batı illeriyle değil doğusu batısı, güneyi kuzeyi ile hep birlikte kalkınması açısından hayatiyet ifade ediyor. Benim iş dünyamızdan beklentim; devletten medet beklemeden Artvin’in balını, Rize’nin çayını, Hatay’ın künefesini, Çorum’un leblebisini ve burada sayamayacağım kadar küresel marka olmaya namzet yerel değerlerimizi Dünya markaları haline getirmeleri. Yavuz bey bu adımı çoktan atmış durumda. Ne diyelim, Tebrikler Yavuz bey. Yolun açık, Artvin balı Dünya markası olsun.