Bu makalede Leslie Lipson demokrasi konusunda kendine özgü yorumuyla ön plana çıkmakta.Teorik fizikle demokrasinin gelişim sürecini aralarındaki benzerlikler itibariyle karşılaştırma yapmaktadır.
Lipson çağdaş demokrasi teorisiyle, fiziğin Eistain’dan önceki durumu arasıda bazı benzerlikler olduğunu söyler. Yazara göre bugünkü siyaset felsefesi birbirleriyle bağdaşmayan ideallerden oluşmaktadır. Kaynağını eski Yunandan alan bu idealler, iki bin yıl sonra da İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimini hazırlayan gerekçeler veya gerçekleşmelerden sonraki haklılaştırmalar olarak tekrar ileri sürülür.
Düşünür makalesinde demokrasi için vazgeçilmez iki idealden bahseder; hürriyet ve eşitlik. Demokrasinin özelliği en kısa biçimde ifade edilmek istenirse şöyle denebilir: demokrasi vatandaşları için mümkün olduğunca fazla hürriyet ve eşitliği birleştiren bir yönetim şeklidir.
Yazar makalenin ilerleyen bölümlerinde ülkemizde de henüz yerine oturmamış hürriyet ve eşitlik kavramları üzerinde durmaktadır. Hürriyet ve eşitlik tıpkı demokrasi gibi herkesçe farklı yorumlanmakta olan kavramlardır. Yazar ilk etapta bu kavramları açıklarken biraz okuyucunun zihnini bulandırmaktadır. Bazı okuyucular bu durumu saçmalık olarak niteleseler de akabinde gelen şu yorum enfestir: “bu iki açmaz çok defa şöyle tasvir edilir: kollarımı sallamak hürriyetim, başkasının burnunun başladığı yerde sona erer.
Bu durumda, kollarım bağlı olmadığı zaman negatif hürriyete sahibim. Fakat benim aynı durumda pozitif olarak hareket etmek, olumlu bir hareket yapmak (yani bağlanmış kolumu her yönde sallamak) hürriyetim, sosyal bir yükümlülükle sınırlıdır. Başkaları, benim kolumun ulu orta sallanmasının yol açabileceği zarardan korunma hakkına sahiptir. ”
Leslie Lipson’un konuyu açıklamaya yönelik misalleri konunun iyice anlaşılması babında oldukça açıklayıcıdır. Vergi siyaeti hususunda örneğin şöyle der; “Kaliforniya Eyaleti, otomobil sahiplerinden, araçların tahmini piyasa değerine göre yıllık tescil ücreti almaktadır. Bundan dolayı ücret, aynı otomobili elde bulundurduğunuz sürece, her yıl azalır. Buna mukabil bazı eyaletlerde ise, bir aracı işletme hakkı karşılığında maktu bir meblâğ alınır; bu durumda ücret herkes için aynıdır ve otomobilin değer kaybına göre .:/almaz. Burada isabetli olan eşitlik anlayışı hangisidir?”
Lipson’a göre hürriyet ve eşitlik kavramın anlamı araştırılırken, bunlardan birinin çözümlenmesinin diğerinin tartışmasına kaydığı çabucak farkedilmektedir. Bu durum, söz konusu kavramların birbirlerinden ayrılamayacaklarını, fakat -Einstein”ın uzay- zaman telakkisi gibi- tek bir kavramın iki yüzü olduklarını düşündürmektedir.
Teoriler birbirlerinden, ferde veya topluma öncelik vermelerine göre ayrılırlar. Eğer ilkine öncelik verilirse, siyasi düşüncenin “gerçek” veya “tabiî” kurucu parçası olarak fert kabul edilecektir. O zaman toplum da, insanların kurduğu türeme (müştak) ve sun”i bir topluluk (toplam) olarak görülecektir. Bu görüş açısından, fert, varlığı ayrıca haklı gösterilmeye ihtiyaç duymayan bir gerçektir. Savunmaya ihtiyaç duyan şey, teşkilâtlı toplumun kurumlarının fertlere karşı aldıkları tavırdır. Diğer taraftan, topluma öncelik verilirse, akıl yürütme biçimi bu sefer de tersine döner. Buna göre, “gerçek” veya “tabii” olan toplumdur.
Toplumdan ayrı bir fert tasavvuru, gerçekçi olmayan, yanlış bir soyutlamadır; bir dereceye kadar, Robinson Crusoe”nun adasında Cuma ile karşılaşmasından önceki durumuna benzer. Bu düşünce açısından fert, yarım veya parça niteliğinde bir varlıktır; ancak, bütün hakların ve görevlerin kendisinden türediği bir sosyal gruba ai-diyetiyle gerçeklik kazanır. Burada özetlemekte olduğum şey, esas itibariyle, 17. yüzyılda İngiltere ve 18. yüzyılda Fransa”da, sırasıyla Locke ve Rousseau tarafından ortaya atılmış olan klâsik felsefelerin ruhudur. Öncekinin, tabiî haklarda ifade bulan ferdiyetçiliği ile sonrakinin genel irade”yle ifade edilen toplumculuğu, 19. yüzyılda gelişmekte olan demokrasinin, aralarında gidip geldiği zıt kutupları teşkil ederler.
İki kavram karşıt kategoriler olarak formüle edildikleri zaman, bunların çelişik mi yoksa birbirlerini tamamlayıcı mı oldukları sorunu ortaya çıkar. Eğer bunlar, mutlak kavramlar şeklinde görülürlerse, o zaman zıtlar elbette çelişik olacaklardır. Çünkü, aşırı ve uzlaşmaz olmak mutlak olan şeylerin kaderidir. Fakat bu iki kavramın karşılıklı olarak ilişkili oldukları kabul edilirse, birbirleriyle bağdaşabilirler. Her biri sınırlamalara müsaade ederse, bir ölçüde uyum mümkündür. Daha fazlası, onların nihai kaynaşması da keza imkân dahilindedir.
Sağ kendini hürriyetle özdeşleştirirken, sol eşitliğin erdemlerini kendisi için uygun buldu. Bunun sebebi açıktır. İmkânları kıt olanları temsil eden veya onlara önderlik eden sol, toplum, yapısında radikal değişiklikler peşinde koşuyordu. O, demokratik devletin iktidarını, hem en azı yükseltmek, hem de en çoğu azaltmak için kullanmak suretiyle, zenginlik ve sosyal statü eşitsizliklerini azaltmayı ümit ediyordu. Onun, kütle halindeki seçmenlerin çoğunluğunu devreye sokmak amacında olan felsefesi, ferdi, toplumun çekirdeğindeki bir zerre olarak görür. Diğer taraftan sağ, ellerinden çıkarmayı istemedikleri imtiyazlardan memnun olan, muhafazakârların tavırlarını yansıtır. Onların önem verdikleri nokta, ferdin hürriyetinin üstünlüğüdür. Onlara göre, refah devletinin programları ve bu programları finanse etmek için ihtiyaç duyulan artan-oranlı vergiler, ferdin hürriyetini tehdit ederler.
Lipson sağ ve sol partilerin hürriyet ve eşitlik üzerine yaklaşımlarını olduğu gibi yansıtmaktadır. Makale kendi içinde mükemmel olmasına rağmen şahsen ben aradığım cevapları içerisinde bulamadım.