G. W. Leibniz insanlığın tanıdığı en büyük dahilerden birisidir. İnsan zihnini meşgul eden hemen hemen her şeyin üzerinde durmuş olan filozof kapsayıcı yorumlarıyla Eflatun’la Aristo’yu, Aristo ile Descartes’i, Demokritos ile Pythagoras’ı yüksek bir mertebede birleştirmeyi başarmıştır.
1646’da Leipzig’te doğmuş olan Leibniz metafizik üzerine kaleme almış olduğu “Metafizik Üzerine Konuşma” adlı eserinde madde-ruh, Tanrı’yı algılama üzerine durmaktadır. Aydınlanma çağı ile birlikte dinin ve bilimin birbirinden ayırt edilerek birisini laboratuara diğerini ibadethaneye kapatan anlayışla iyice körelen metafizik düşünce Avrupa’da Leibniz tarafından temsil edilmektedir. Zannımca 21. yy. Leibniz veya Leibniz’e ait fikirlerin asrı olma yolundadır. Günümüzde ne fiziki düşünce ne de metafizik düşünce kendinden isteneni verememektedir. Çünkü ikisi cesetle ruhun birbirlerini tamamladıkları gibi tamamlamaktadır.
Leibniz varlığı algılarken asıl gerçeği ruh alanında arar. O’na göre var olan cevher ruhtur. Leibniz’in monad adını verdiği ruhun iki vasfı vardır: Algı, iştah.
Monadlar, ezelden birbirlerine uygun olan bu iki vasfı kendinden taşıyan varlıklar olarak yaratılmışlardır. Öyle ki bir monadda görülen bir etki başka monadlarda görülen tepkileri vucuda getirmez, önceden kurulmuş bir düzene uygun olarak ona ancak tekabül eder. Esasen bütün monadların “etkileri-tepkileri” birbirleri ile tekabül halindedirler. Ve bu tekabül ettirme işi Tanrı tarafından önceden kurulmuş bir düzenin sonucudur. Aslına bakılacak olursa gerçekte monadların etkileri, tepkileri algıdır. İstisnasız her monad evreni algılar. Ancak, yaratılmış monadlar tam kemalli olmadıklarından ve her birinin kemali kendine göre olduğundan her monadda bütün algılar bilinçli değildir.
[1]Leibniz’e göre ruh-monadda kendi içerisinde varlığı algılama yönüyle algı ve tam algı olarak ikiye bölünür. Algı insanlar ve hayvanlar arasında müşterektir. Fakat insan tam algıyla donatılmıştır. Ve algı tam algı evreni tanımlama için yaratıcı tarafından verilmiştir. İnsan tam algıyla donatılmasına rağmen, insanın algısı seçici değildir. Örneğin; deniz kenarında dalgaların birbirine çarpmasıyla oluşan gürültüyü teker teker değilde bir tek hışırtı olarak algıladığımız gibi.
Bütün algıları tam-algı olan monad da yalnız Tanrı’dır. Bizim için geçmişi, şimdiyi, geleceği, birden algılamak olamaz. Çünkü, kemal bakımından eksikliğimiz – yani bütün algılarımızın tam algı olmaması – buna engeldir. Tanrı ise eseri olan bütün evreni birden tam olarak algılar. O’nun için geçmiş, şimdi, gelecek yoktur.
[2]Monadların ikinci vasıfları olan iştah, her monadın algılarını tam- algı kılması cehdinden ibarettir. İşte bu anlamdadır ki, yaratılmış monad salt algılamaktan ibaret olan yalnız pasif bir vasıfla değil, bir de kendini kemale doğru yönelten aktif bir vasıfla teçhiz edilmiştir.
[3]Leibnize göre gerçek evren yoktur. Evren değişik perspektiflerden monadların temaşa ettikleri tasarımdan ibarettir. Bu durumda evreni algılamak insanların yaşadıkları ortamlara, dillere göre şekillenecektir. Leibniz metafiziği sağlam bir temele- zemine oturtma amacıyla insanlığa ortak metafizik dili geliştirmeyi amaçlar.
Böyle bir hesap da ancak günlük dil yerine yapma bir dil koymakla, bir başka deyimle, bir semboller sistemi kurmakla olur. Bu sembollerle ameliyelerde bulunurken önermelerin muhtevaları üzerinde insan katiyen düşünmemelidir. Leibniz buna “Caracteristique Universelle” der.
Metafizik üzerine konuşma numaralarla ayrılmış otuz yedi bölümü kapsamaktadır. Eserin, numaralarla ayrılmış otuz yedi bölümü vardır: No.I-VII Tanrı kavramını ele alır. VIII” de Tanrının etkinden yaratıkların etkisine geçilir. IX” da tözlerin vasıfları ve yapısı, X” ile XI”de yeni bir bilim ve i felsefe ile eski ve iskolâstik bilim ve felsefe ara-ilişkiye dokunulmaktadır, XII, Descartes fiziğinin bedene ait bölümü ile bir tartışmadır. II, Tanrının yaratıklarla, VII ile IX” da anlatı-ilişkisinden doğan zorluklar ele alınmaktadır. XV, tözlerin birbirleriyle ve Tanrı ile olan ilerini daha yakından incelemekte, halbuki XVI (evrim) kavramını açıklamaktadır. XVII, yeniden Descartes”a temas edip, onun metafiziği ile fiziğini tenkid etmektedir. XVIII, yeni felsefenin gelenekteki düşünüşle nasıl uzlaştırılabileceğine temas etmektedir. XIX-XXII, eski gaye felsefesinin yeni mekanik acun görüşüne olan ilişkisini ele almaktadır, XXIII ise tin acununa giren varlıkları ve onların Tanrı ile ilişkisini incelemekte, XXIV-XXIX, buna uygun bilgi teorisini; XXX – XXXI, Tanrının insan üzerine etkisi meselesini, XIII, te olduğundan daha derinleştirmektedir. XXXII, Leibniz sisteminin din için faydalarını, XXXIII ruh-beden ilişkisinin bu felsefe ile çözümlenmesini göstermekte, XXXIV – XXXVI, tin nevinden tözlerin özelliğini ve nihayet XXXVII, yeni Hıristiyan felsefenin, ilkçağ felsefesinden üstün olduğunu bildirmektedir.[5]
Tanrının kemaline ve onun her şeyi en istenecek şekilde yaptığına dair.
Leibniz Tanrıyı mutlak olarak en kemalli varlık olarak kabul eder. Ona göre tanrı tabiatta varolan kemaller bütününün toplamıdır. Tanrının kemali bütün tabiattaki kemalleri kapsamaktadır. Kemal kudret ve bilginin bileşimidir ve bu ikisi Tanrı için sınırsızdır.
Leibnizde Kader anlayışı
Düşünür Hıristiyanlıkta bütün kemalin ve fiillerin oluşumundaki ruhun etkisizliği ilkesini kabul etmemektedir. Leibniz bu durumu şöyle dile getirir; “…Tanrı sevgisine uygun eylemlerde bulunmak için zorla sabırlı olmak yetmez, Tanrının iradesiyle başımıza gelmiş olan her şeyden memnun olmamız gerekir. Böyle bir kabulü geçmiş hakkında düşünüyorum. Çünkü gelecek için ne quietiste (iradeci) olmalı ne de, eskilerin tembel akıl dedikleri o sofizme uyarak Tanrının ne yapacağını kollarımızı bağlayıp beklemeli (kaderiyeci anlayış). Tanrının elimizden geldiği kadar tahmin edeceğimiz iradesine göre eylemde bulunmalı, aynı zamanda genel iyiliğe, özel olarak bize dokunan yahut bize yakın olan, yani elimizin değdiği her şeyin güzel ve kemalli olmasına, gücümüz yettiği kadar, yardıma uğraşmalıyız. Bunun üzerine olaylar, Tanrının, iyi niyetimizin şimdilik etkili olmasını istemediğini gösteriyorsa, bundan, O’nun, yaptığımızı istememiş olması sonucu çıkmaz. Aksine, O, efendilerin en iyisi olduğu için daima yalnız iyilik ister; iyi tasarıların başarılı olması için uygun zaman vermekte O’nun işidir.”[6]
Leibniz bu yaklaşımıyla ne kaderiyeci nede cebriyecidir. 8.- 9. yüzyılların bu Emevi- Abbasi akımlarından Leibnizin haberdar olup olmadığını bilememekle beraber yine kaderiyeci akımın karşısında yer alan kelam akımı maturidilerle Leibniz’in görüşleri örtüşmektedir.
Evrende tanrıyı yansıtan Tözler
Leibniz Tanrı ile bireyi ayrıt etmek içi töz kavramı üzerinde durmaktadır. Leibniz felsefesinde töz yaratanla yaratılanı ayırt etmek için kullanılır. Ona göre; “her töz Tanrının yahut bütün bir evrenin aynası gibidir; bir şehir, ona başka başka yerlerden bakmakla nasıl türlü türlü tasvir edilmiş olursa, tözlerin her biride Tanrı yahut evreni kendine göre ifade eder. Böylece evren, bir bakıma, kaç tane töz varsa o kadar defa çoğalmıştır, denebilir. Ve Tanrının şanı, eserinin birbirinden farklı ne kadar çok tasarımı varsa o kadar kere çoğalmıştır. Hatta denebilir ki her töz bir bakıma Tanrının sonsuz bilgeliğinin, sınırsız kudretinin karakterini taşır ve onun elinden geldiği ölçüde taklit eder. Çünkü karışık olmakla beraber evrende geçmişte, şimdi ve gelecekte ne olup biterse hepsini ifade eder, bununda sonsuz bir algı yahut bilgi ile bir benzerliği vardır; bütün öteki tözler de sıra ile bunu ifade ettiklerinden ve kendilerini buna uydurduklarından, denebilir ki bu töz yaratanın sınırsız kudretinin taklidi olarak kudretini bütün ötekiler üzerine yayar.”
[7]Tin ve töz arasındaki fark nedir?
Leibniz’in töz kavramı bütün bir eşyayı kapsamakta, yaratılmış olan her şeyi kuşatmaktadır. Hayvanlarda tanrının sanatı olması hasebiyle birer töz sayılırlar. Fakat tinlerin tözlerden farkı, tözlerin ne olduklarını, ne yaptıklarını bilemeyen, mülahaza yürütemeyen varlıklar olmasıdır. Oysaki tinler irade ve zeka sahibidir. Leibniz tinler hakkında şöyle der; “tinler Tanrıyı ifade eden en kemalli varlıklardır. Zekalı tözlerle zekalı olmayanlar arasındaki fark, ayna ile onda kendini gören arasındaki fark kadar büyüktür.”
[8]Tanrı herkeste her şeydir. [9]
Leibniz Tanrıyı en büyük tin olarak görür. Tanrı bütün töz ve tinleri kapsayıcıdır. Töz ve tinler ancak tanrının birer ayinesidirler.
Son olarak evrenin en büyük hakikatini inceleyen Leibniz’ okurken İbni Tufeyl’in “ene-l hak” düşüncesini, Maturidiyi anımsadığımı ifade edeceğim. Fakat nedense İbni Tufeyl’de Leibniz’de insanlar tarafından ölümlerinden sonra anlaşılmıştır.
[1] Metafizik üzerine konuşma, M.E.B yay. Sayfa lV Çev. Nusret Hızır [2] age. S. Vl [3] age. S. Vl [4] age. s. XlV [5] age s XXlV [6] age s 6 [7] age s 14 [8] age s. 65 [9] age. S 60